Thursday, October 25, 2012

Deli eder insanı bu vize!



Son zamanlarda Schengen ülkelerine gitmek isteyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için bir vize liberalizasyonu söylentisidir gidiyor. Bu bağlamda geçtiğimiz yaz başı beni ve benim gibi düşünenleri daha fazla üzmek istemeyen ve ekonomik kriz içinde olan Yunanistan bir pilot proje başlattı: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için Doğu Ege adalarına limanda vize. Aman ne güzel!! Böylece ikamet ettiğiniz yerde randevu alıp sıra beklemek, onca evrak toplamak yerine Yunanistan’da gitmeyi düşündüğünüz yere vardığınızda vize alma kolaylığı getiriliyordu. Tabi hemen heves ettik. Basından haberleri detaylı olarak okuduktan sonra, uygulamanın bizim gideceğimiz tarihleri de kapsadığını farkettik. Ama yine de emin olamadığımız için Bodrum, Marmaris ve Kuşadası’ndaki seyahat acentalarını aradım. Özet olarak öğrendik ki bu yaz sınırda vize uygulamasının Rodos adası için başlatıldığı doğruydu ancak sınıra vardığınızda çok uzun bir süre vize almak için beklemek gerekiyordu.  Sadece 15 günlük ve adalar için geçerli olan bu vizenin verileceği de garanti olmadığı için Yunan adaları ve Türkiye arasında sefer yapan taşımacılık şirketi de sizi vizeniz olmadan feribota almama hakkına sahipti. Biletini aldığınız sefere kabul edilmek için en garantili yolun iki gün önceden pasaportunuzu bileti aldığınız seyahat acentasına teslim etmek, onların Yunan gümrük yetkililerine sorarak vize alıp alamayacağınızı öğrenmesini beklemek gerekiyordu ve ancak ondan sonra yola çıkılabiliyordu. Vize alacağınız onaylanırsa şirket sizi o zaman rahatlıkla tekneye kabul ediyordu. Daha da kısa özetle; limanda vize programı seyahat acentalarının Yunan yetkililerin bir takım prosedürel yetkilerini devraldığı ve size kendi ülkenizde ayrı bir konsolosluk gibi davrandığı bir fiyaskoydu. Türkiye’de her zaman olduğu gibi burada da bir yasa veya uygulama hemen vatandaşın lehine olacak şekilde değiştirilmiş olmuyor, eski uygulamanın zorlukları sizin anlamak için harcadığınız vakit ve verdiğiniz uğraş pahasına görece azaltılıyordu. Bu uygulamayla vize alma kolaylığı geldiği yönündeki demeçleri Schengen sebebiyle tarafımıza yapılan hakaretlere eklenen bir yenisi olarak kabul ettik. 

Nitekim, Kuşadası’ndaki bir seyahat acentasının nasihatı üzerine vizemizi İstanbul Yunan Başkonsolosluğu’ndan eski usul aldık. Burada Batı Avrupa ülkelerinin konsolosluklarından bile daha zorlaştırıcı davranışların sergilenmesinin oldukça moral bozucu olduğunu söylemeliyim. İnsana e hani biz dost olmuştuk artık diye isyan ettiriyor. Schengen vizesi uygulamasının bu ülke ile aramızdaki psikolojik sınırı yükselttiği kanısındayım. Bu zorluklara bir de sanki Rum olmayan hiç bir TC vatandaşı Yunanca anlamazmış gibi bol keseden sarfedilen hakaretamiz Yunanca kelimeleri üzülerek eklemek zorundayım. Bazı Yunanistan konsolosluğu görevlileri yoğun iş yüklerini bahane ederek Yunanistan ve Türkiye arasında son 20 yılda kurulan olumlu ilişkileri bu şekilde yıpratmaktalar. Yunanca konuşan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak araya tanıdık sokmadan bu konsolosluk tarafından insanca muamele görmemize daha çok var gibi. 

Ada izlenimlerimi başka bir yazıda anlatacağım çünkü yukarıda anlattığım vize lekesi Yunanistan’daki anılarımızı gölgelesin istemiyorum. Nitekim bir çok Schengen ülkesinin konsolosluk hizmetleri dışında bizlere kurumları ve insanları ile kucak açtığını görüyorum. Özellikle de Yunanistan’ın.

Deli eder insanı bu Adalar!!!




Uzun zamandır hayalini kurduğum Oniki Ada’da bir haftalık yaz tatilini nihayet bu yaz gerçekleştirebildik. Yunanistan’a tatile gitmeden önce 8 yıl önce Atina’dan ilk izlenimlerimi yansıtan emailleri tekrar okumuştum ve tatilden dönünce yine Yunanistan izlenimleri yazmak istemiştim. Ama yaz bitti, geçen haftasonu İstanbul’da boğazdan esen rüzgar bize çorap giydirdi ve ceketlerimizin yakasını kaldırttı. Bu hafta da sağanak yağmurlu günlerle birlikte resmen sonbaharın içindeyiz. Güneşin bizi kavurduğu günler çok geride kaldı, elimde kalan sadece Rodos’ta ve Kos’ta gezerken kağıtlara ve telefonuma çiziktirdiğim satırlar... 

Adalar!

Bir Türk için Yunan adalarına gitmek demek, özellikle de Ege denizinde burnumuzun dibindeki adalardan bahsediyorsak, burukluk/kıskançlık arası bir his veriyor insana. Evet Bozcaada (Tenedos) ve Gökçeada (İmroz)’u öpüp başımıza koyalım ama daha güneyde bize de helalinden bir kaç ada neden düşmedi gibi sorular kafaya üşüşüyor ister istemez. Çocukluk ve gençlik yılları boyunca gark olduğumuz/mecbur bırakıldığımız milliyetçi sarmaldan zamanla arınmış olsam da bu böyle. Umarım büyük çoğunluğu İzmir ve İstanbul’un halen Yunan şehirleri olduğunu düşünen Yunanlılar bu masum duyguları hoş görür. Zira zaten bu hisler de yerini sonradan iyiki bu adalar Yunanistan sınırları içinde kalmış dedirtiyor. Bilhassa Yunan adalarına Bodrum’dan gidiyorsanız, aynı coğrafyaya sahip bu bir zamanların ıssız sahil kasabasını öyle ya da böyle nasıl mega bir inşaat köyüne dönüştürdüğümüze şahit olunca insan vazgeçiyor Türkiye için başka ada istemekten. 

Yine de bu haleti ruhiye etkisinde şu cümle asılı kalıyor kafalarda: o kadar yakın ki adalar bize, bu kadar uzak olmamalıydı. Evet bütün bir çocukluğun yaz sabahlarına salt bir Sisam manzarasıyla uyanan bana Yunan adaları bu kadar uzak olmamalıydı. Ufuk çizgimizin boz devi, teknede elimizle tutacak kadar yaklaştığımız, yazın çıkan orman yangınlarında akşamları kapkara denizin içinde bir alev topuna dönerek bizim de içimizi yakan Sisam bu kadar uzak olmamalıydı; diplomasinin görünmez eli beni yıllarca o adadan bu kadar uzağa itmemeliydi. Sisam’a gitmek için pasaport çıkartmam, ikamet ettiğim yere en yakın Yunan konsolosluğuna başvurmam, para verip vize almam, yurt-dışı çıkış harcı ödemem ve gümrük kontrolünden geçmem gerekmemeliydi. Nitekim ben de ilk defa 21 yaşındayken bu adaya ayak bastım. Adalara gitmek hep böyle çetrefilliydi. Bu yaz çıkarılan bütün tantanaya rağmen de Ege’de değişen bir şey yok. Bu kadar yakın olan Yunan adaları bize hala çok uzak.

Thursday, June 28, 2012

8 yıl önce Atina'dan yazdığım iki email...




19 Şubat 2004

Herkese merhaba!

Oncelikli olarak buradaki cep telefonum:             +30 697 9306576      
Hadi herkes hemen kaydetsin! Sonra mesaj yollamak istersiniz, emaili tekrar acmak zor gelir kalir valla oyle.

Bu da adresim:

Eren Ozalay
Pan Hotel
11 Odos Metropoleos
Platia Syntagmatos
10557 Athens Greece


Evet televizyonlardan duydugènuz gibi buraya kar yagdi ve insanlar cok sasirdilar, yani o kadar ki caddelerde buz falan olmamasina ragmen kimse isine gelmedi:)) Hatta insanlar disariya bile cikmadilar, sokaklarda sadece biz turistler vardik. Japonlar tahmin edebileceginiz gibi heryerde surekli fotograf cekip yuksek sesle konusuyorlar. Ya Zeus mabedine gelmissin, MO 200 tarihinde yapilmis, artik bi sus da dusun kendi kendine di mi? yok

Yunanlilarla bir cok kelimemiz ortak ozellikle yemek konusunda. Ama su iki kelime beni cok guldurdu: Huzuri (Huzur) ve Kefi (keyif). Yalniz onlar huzur kelimesini bizdeki gibi degil de tembellik anlaminda kullaniyorlar. Cok huzurluydum yataktan cikamadim seklinde:))

Gelmeden once Atina hakkinda her kafadan bir ses cikiyordu yok ayni Izmir, yok Istanbul'un cirkin versiyonu, Pire ayni Karsiyaka falan. Bence alakasi yok, burasi cok kendine ozgu bi sehir. Oncelikle deniz yok yani Izmir'i Izmir yapan kordon olmadan bi sehir nasil Izmir'e benzer. (Pire limani da sehrin bi parcasi degil) Gun boyunca sokaklarda yurudukce surekli Acropolis'i goruyorum ve insana o zaman dank ediyor, ne kadar eski bi sehir burasi diye. Yalniz Atinalilar eski esyaya hic deger vermiyorlar: Pazar gunu bi eski esya pazari kuruluyor, hersey antika, likor takimlari, eski utuler, eski ince porselen cay takimlari, eski islemeli aynali dolaplar... Ve cidden yok pahasina, Istanbulda olsa bi gunde stoklari tuketirdi bizim halk:))

Ve kahve. 1974 Kibris harekatindan beri Yunanlilar hep Turkika Kafe dedikleri kahveyi yapmislar Eliniko Kafe, butun turistler onu iciyor. Bir de yaslilar tabi. Diger herkes gune kocaman bi kupa, bardak, fincan (ne bulurlarsa) neskafeyle basliyor. Hele okul kantininde kahveler neredeyse kova kadar buyuk bardaklarla satiliyor. Bizdeki kahvalti olayi burada hic yok. Yalniz simit var: Koulouri. Ama genelde herkes bir kova kahve iciyor.

Yunanistan'da ogrenci olmak bomba bisey. Kitabindan, yemegine, internetinden, kalacak yerine kadar herseyi okul sagliyor. Ben buradaki ogrenci restoranini bizim yemekhaneler gibi metal tepside tek tip yemek veren bi yer olarak dusunmustum ama valla tavernadan asagi kalir yani yok:)) Tertemiz kareli ortuler, beyaz buyuk duz tabaklar. Ve evet cok sebze ve zeytinyagi. Bi de kalamarli makarna!!! Sezen ve Can burada horyatiki salata (koy salatasi) diye bisey var Iste o kartpostaldaki salata!!!!!! Fetalar dilim dilim ustunde:)) Ve evet bizdeki kekik olayi! Patates kizartmasinin ustune bile koyuyorlar:)))

Bizim burokrasimiz halt etmis. Burasi tamamen bir 'bugun git yarin gel' toplumu. Ilk kaldigim otelde bi kadin var manager tipinde. Ingilizce olarak bi tek 'later' demeyi biliyor zannediyordum cunku kadinin agzindan baska bisey cikmiyor:))) masa lambasi yanmiyor. Later. Havlu yok. Later.

Dun yeni otelime gecerken taksiye bindim, sehir icinde trafik cidden berbatmis, kisacik bi yolu yarim saatte falan gittik. Atinada ozellikle genc kizlar, bu scooter tarzi motorlarla geziyorlar hep. Arabaya gore cok daha kullanisli, pek yokus falan da yok. Her binanin onunde bu scooterlardan onlarcasi. Bi de bizdeki sivri burun ince topuk cizme ve kisa etek. Spor ayakkabi ve spor giyim universiteye giden kizlar arasinda pek yok. Ben bile su cizmelerden bi tane edineyim diye dusunmuyor degilim valla:))
Insanlar Turkiye'den geldigimi duyunca seviniyorlar ve bildikleri butun kelimeleri siraliyorlar: portakali , spanaki, raki, koftedes, mezedes ve en komigi de imam bayildi... Eskiden bu Yunanlilar niye hala Konstantinapoli diyor diye kizardim ama baktim biz de adamlarin Alexandrapoli dedigi yere Dedeagac diyoruz. Otobusle giderken Alexandropoli'ye geldik mola falan dediler allah allah dedim burasi neresi acaba, hic duymamisim. megerse Dedeagacmis:))

Burada genelde Harald ve onun ev arkadasi Eftimi ile vakit geciriyorum. Harald felsefe, Eftimi Arkeoloji okuyor. Eftimiyle surekli harabelerden konusuyoruz. Efesten girip Akropolis'ten cikiyoruz. Dun atinaya geldigimden beri ilk defa disarida oturduk hem de hava karardiktan sonra. Zaten her taraf kafe ve bar dolu oldugu icin butun sokak insan doluydu. Bugun de ortalik gunluk guneslik, yine herkes disarida, merserize kazak kot mont havasi. Ben de artik burada durmamaliyim:)
Herkesi cok opuyorum!
Sevgiler
Eren






Photo: Aurelie Martin

14 Nisan 2004


Nasil anlatsam nereden baslasam….
Oncelikle email yazan herkese cok tesekkur. Ben uzun zamandir yazamadim malum burada iki gunde bir tatil oluyor ve okul kapaniyorJ) Su an hala Paskalya tatilindeyiz, ders yok ama fakulteler bugun acildi ben de internete kostum, dun Turkiyeden sinyal geldi inboximiz dolu bosaltalim diyeJ)
Hani yazin sahilde otururken kurt gibi acikma durumu yasanir ama useniriz gidip bisey almaya, o sirada uzakta bi simitci gorunur ve herkes bi sekilde bozuk paralari denklestirip o tatlimsi paskalya simidi alinir ve afiyetle yenir… Evet burada paskalyada ayni o corekten yeniyor! Ve cidden cok guzel! Ne Eren +10 kg ruhu geri mi donuyor?J) Hayir!!!!!

Bu Cumartesi Ortodox inancina gore Isanin dirildigi gundu. Aksam coluk cocuk genc yasli herkes ellerinde beyaz mumlarla kiliseye dogru yol almaktaydi. Butun tv kanallari buyuk kiliselerden canli yayin yapmakta ve restoranindan, bakkalina, eczanesinden kafesine kadar butun dukkanlar kapaliydi. Ne kadar dindar ve geleneklerine bagli bi ulkede oldugumuzu tekrar hatirlayan ben ve Fransiz arkadasim Cilia neler oldugunu gormek icin insan seline katilip Atina katedraline dogru yol almaya basladik, burada tanistigimiz Yunan bi kiz var adi Efi. Ona rastladik, eve gidiyordu, bosverin katedrali gercek gelenekleri gormek istiyorsaniz bizim semt kilisesine gelin sonra da bizim evdeki yemege katilirsiniz dedi. Biz de aynen oyle yaptik. Saat 12de Kudusten gelen (?) atesle herkes mumlarini yakti, birbirini kutladi ilahiler okundu ve geldik yemek yemege. Burada da her aile bir kurban kesiyor ben bekliyorum kavurma falan yiycez ama ne yazik ki bu yemegin adi PacaJ)) Yani bizim Paca corbasi J) Valla gelenek melenek ama beni pek acmadi biz Cilia ile zeytinyagli ve ciger olayiyla karnimizi doyurdukJ) Tabi sofrada surekli Turkce ve Yunancada ayni olan kelimeler konusuluyor: paca, iskembe, kokorec listeye bunlari da ekledik.

Megerse asil ziyafet ertesi gunmus, tabi bize kalin kalin diye israr ettiler biz de kaldikJ) Ertesi gun sabah amcalarin evine gittik, bahce icinde, iki kuzu atesin ustunde firil firil donuyor, bi sisin ustunde de kokorecJ) o da donuyor. Ayni bizim sulale :on onbes tane kuzen. 90 yasinda bi dede. Kapadokyali bi rahipmis. Bana surekli Turkce “Nerelisin” diye soruyor ama cevabi bi turlu duymuyorJ)) Yunanistan’da Turk olmak diye bi kitap yazicam valla, insanlarin gosterdigi ilgiden bazen gozelrim yasariyor… Borekler, salatalar, mezeler, yavas yavas bahceye tesrif ediyor, ve kuzulardan birini atesten aliniyor ve basliyoruz yemeye. Valla ne yalan soyliyim cok lezzetliydi hala tadi damagimdaJ Ardindan kokorec, ama o henuz sampiyonun mertebesine ulasamamisti, e olacak o kadar… “Yine bekleriz”lerle ayriliyoruz…
Bu da boyle bi Yunan bayrami.
2hafta once Giritteydim. Super bi ogrenci indiriminden yararlanarak 10euroya girite geldik. Hava buraya gore daha sicakti ve guney sahillerinin turkuaz sularina biraktik kendimizi… Iraklio, Rethimno ve Hania sehirlerini gezdim. Adanin kendine ozgu bi havasi var, camilerin minareleri hala duruyor, Hania’daki buyuk  cami arkeoloji muzesine cevrilmis, Rethimnodaki tiyatroya. Bi antik Yunan trjedisi yakaladim oradayken, pek bisey anlamasam da baya ilginctiJ) Zorbanin yaraticisi Nikos Kazancakis’in memleketinde hersey hala onun kitaplarindaki gibi… Vapurdan indigimizde kahvede peder ve birkac yasli adam kucuk bardaklarda rakilari goturuyorlar. Saat sabahin 9u, helal olsun…
Hava artik atinada da kisa kollu havasi… butun kafe ve restoranlar sokaklara tasti, ozellikle benim oturdugum yer her gecen gun daha cok turistle dolup tasiyor… Turkiyeden ziyarete gelecek kafilelere duyurulur!J) Elinizi cabuk tutun! Sahsen haftaya Santorini kiyilarini kesfe cikiyorum, bi sonraki emailimde konu simdiden belli oldu.
Yunancam daha iyiye gidiyor ama tabi daha cok yolum var. Yalniz pazarlik yapmaya basladim bu iyiye isaret!
Asagida herkes kendi adini bulsun!
Annecim babacim mektubunuzu aldim. Okit noktayi koydu. Istanbul in, Atina outJ)
Betulum emailini okudum, bugun planlamadaki son durumu kontrol edip yarin cevap yazicam! Cok mutlu olurum gelirsen!
Selencim bu festival isi ne oldu merak ettim? Hic ses seda cikmadi sizden. Teri, Cigdem ve Seda disinda angellar hepinize kusum valla ona goreJ) Dogumgunu zimbirtilarini doldurdum hele bi aramayin valla kulahlari degisiriz!J)
Sezen dun Ayse teyze aradi heyecan yaptim vallaJ) Cancim bunu bi tek sen yaparsin, Evliya Celebi Seyahatnamesi YKY yayinlari yeniden duzenledi, onu istiyomJ)
Deri kuzen anladim ki senin biraz gaza ihtiyacin var gelmek icin, bi caresine bakicaz.
Yunuscum msjini aldim merak etme ben burada cok iyi besleniyorum, hic zayiflamadim
Ayciki evet program budur valla benim hic sikayetim yok, sen adalardan ada begenJ)
Kermus bist du ein termus? Warum schreibst du nicht? Wie gehts?
Aycatikim iyiyim sagol, alfa beta dedigin gibi isteJ
Burcum en vefalim benim valla New Yorka tekrar gitmis gibi oldum sayende! Senle Bogazdaki fotomuzu goren Turkiyeye gelmek istiyor kisim valla napicazJ)
Gizmo yazin beraberiz kizim korkma geliyorum, Mustafa sandala soyleyin yunanlilarla yeni duet yapsin bu yaz icin:))
 Selam oda 304, beni merak etmeyin cok iyiyim!
Oytun hala aramadin unuttum sanma!
Sevgileaaaa!!!
Baydim tamam tamam!
Herkesi cok optum
Eren

Thursday, June 14, 2012

Büyük Gün Geldi Çattı - 15.06.2012

Doktora tez jürim 15.06.2012 Cuma günü saat 16:00'da Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler (Washburn Hall) 512'de yapılacak.

Monday, June 4, 2012

Hoşgeldin istos


Galata Rum İlkokulu'nda açılışını yapan yeni yayınevi: istos

Leş kokan bir gündem içinden geçerek geldim tramvayla Tophane’ye, kapkara bir kapıdan içeri girdim kasvetli Galata Rum İlkokulu’na; o ne aydınlıktır… Bu okuldan geçen ve yitip giden ruhlar belki bugün içerideki bu coşkulu atmosferde şadolmuştur bir kere daha. İstos yayınevinin açılışı kimleri kimleri bir araya getirdi bugün, ben belki çok azını tanırım, tanıyanlar yazsın, ama o kalabalığın, o müziğin, o muhabbetin, dostluğun bir yerlere dokunduğuna şüphem yok. 

Şimdi sınıfları bomboş olan Galata Rum İlkokulu’nun eski öğrencileri dedik, yitip gidenler sırf onlar mıydı? Bir düşün, sanat ve kültür dünyası da kayboldu Türkiye Rumlarını yavaş yavaş kaybederken. Bugün kırıntılardan bir kültür hazinesini yeniden keşfetmeye çalışanlar var, bu genellikle gözyaşlarıyla yüklü bir “nostalji” hissi ile yapılıyor. Eleştirel durmaya çalışan ben bile bu nostaljinin bir parçası değil miyim yukarıda ettiğim bu laflarla? Ama İstos yayınevi, bu nostaljiyi bilinçsizce yeniden üretmiyor ve daha ilk cümleden “nostalji ile yetinmeyeceğini” söylüyor tanıtım kitapçığında.

2011 yılında bu gaye ile kurulmuş olan İstos aslında kendi ifadeleri ile “onyıllardır kesintiye uğramış bir yayın geleneğini yeniden canlandırmak” için o günden beri çalışıyor. Bugün ortaya çıkan ilk yayınlara ve bu sene bitmeden çıkacak kitaplara baktığımızda hepsinin ayrı bir hazine olduğunu görüyoruz. Cumhuriyet döneminde Yunanca’dan Türkçeye çevrilen eserlerle ilgili araştırma yapmış biri olarak, bu yayınevinin çok önemli bir noktaya dokunduğunu  farkediyorum; yıllarca Yunanca’dan Türkçe’ye yapılan çevirilerin gerçekleşmesinde en etkin rolü oynayan İstanbul Rumlarının genç kuşağının her iki dile de hakim ve aynı zamanda gerekli altyapıya sahip olarak şimdi yeniden bu role soyunmuş olması,. Burada tabi ki de Benlisoy kardeşlerden ve de Anna Maria Aslanoğlu’ndan bahsediyorum. Bu İstanbullu Rum gençlerin yanısıra bizler gibi sonradan İstanbullu olmuş Haris Rhigas gibi Yunanlıların da katkısı yadsınamaz. Türkiye’de entelektüel çevrelerle organik bağları olan bu kişilerin süzgecinden geçerek Türkçe’ye çevrilen Yunanca eserlerin Türkçeye yapılan çeviriler arasında çok ayrı bir yerde duracağı muhakkak.

Fahişe Çika
Şunu belirtmekte fayda var ki İstos’un şu ana kadar basılmış üç kitabı da ayrı ayrı bir hazine. Elimdeki Fahişe Çika’yı bir solukta okudum. Yunanistan’da 1998 yılında çıkmış olan bu kitap yazar Korovinis’in Çika’nın 1989 yılında kendisine anlattığı yaşam öyküsünü neredeyse hiç bozmadan vermeye çalıştığı bir İstanbul biyografisi.

“Ay bu ne güzel sigara böyle! Yunanistan’ dansa isterim. Ecnebi sigarası değil. Ben bunları içerim. Atina’ya gidersem Assos içerim” satırlarıyla açılan kitap nasıl olduysa beni Bedri Rahmi ile Sait Faik’in İstanbul’una götürdü. Korovinis’in Çika’yı Yunan konsolosluğu’nun karşısında bulduğu gibi bir gün Bedri Rahmi ile Sait Faik de İstanbul sokaklarında Çika gibi garip bir kadına rastlarlar; Bedri Rahmi resmini yapmak istemektedir bu çingene kadının ama Sait Faik kadını sorularıyla bunaltmaktadır, velhasıl kadınla anlaşamazlar ve Bedri Rahmi resminden olur. Çika’yı okurken Sait Faik ile Bedri Rahmi’nin çıktığı yolda Korovinis’in sebat ettiğini düşündüm. Kulaklarımızın Türk yazınının bu iki çınarıyla çınladığı bir hikaye olan Fahişe Çika’da yazarın da belirttiği gibi “Türk-Yunan tarihinin bir çok mihenk taşı” da beliriverdi.

İstos’un açılışında hem bir poli yayınevine hoşgeldin dedik, hem de Tatavla keyfinin şarkıları ve bir ara gidip gelen bir meze tepsisinden aldığım taramalı bir kanepe ile farklı tatlarını da hatırladık İstanbul’un. Bugün oradaki bir çok dostun yanısıra çok eski bir dostumla karşılaştım; dile kolay en son 12 sene önce liseden mezun olduğumuz yaz görüşmüşüz Ceren’le İzmir’de. İstos bana sadece “yitik kentin” Rumları’nı, Sait Faik’i Bedri Rahmi’yi, eski tatları değil, kendi geçmişimi de hatırlattı. 

Thursday, April 26, 2012

BİR ÖYKÜ


Kapı kapanıyordu ve sonra tık diye bir ses
Apartman kapıları ve çıkardıkları sesler.. Hatırlar mısınız? Çocukken böyle bir ses vardı, aşağıdan kapıyı çalardınız, mekanik sistemden tzank! diye bir ses gelir, yukarıdan biri kapıyı açmış olurdu. İlk hatırladığım apartman kapısıdır bu, Yusuf Doğan Caddesi Fidan Apt. Genellikle kapalı olduğunu, babamın her konuda olduğu gibi bu konuda da dikkatli olduğunu hatırlıyorum. Arkadan gelen kapatmayı unutmuşsa, işaret eder kapattırırdı.

İzmir, sıcak olur havalar bir anda, bir büyük taş bulunur o apartman kapısının önüne konurdu, aylardan Mayıs olsa gerek. Gündüz çoluk çocuk zırt pırt iner çıkar. Akşam galiba yine kapalı olurdu. Metal bir kulbu vardı gümüş grisi, galiba çerçevesi de mavi demir, içi epey ince desenli buzlu bir camdı. Hatırayı çok zorlamak lazım. Güvenlik amaçlı bir kapı değilmiş yeni anlıyorum şimdi düşündükçe. Hele daire kapıları hiç güvenli değildi. Yağlı beyaz badanalı ahşap kapılar. 1.63 boyumla bir omuz atsam bugün kırarım. Haziran, Temmuz millet pişer, bu kapılar da tamemen açılırdı üst katlarda. 3.katın ve 4.katın bir komün hayatı yaşadığını hatırlarım, kıskanırdım. Galiba iki daire arasına minder atılır, “ceryan”dan yararlanılırdı. Kapıların formalite icabı olduğu bir yermiş...

İstanbul Boğaziçi Üniversitesi yurtlarında kapı, karşısında kendi halinde bir güvenlik görevlisinin bazen oturduğu bazen de saatlerce sırra kadem bastığı, formaliteyi de geçmiş bir mimari özelliğe indirgenmişti. Hiç kilitli görmedim bu kapıları, itersin yerdeki süpürgelikle birlikte ağır ağır içeriye açılır, sen bir hışım geçtikten sonra hızla geriye gider, bir iki kez sallandıktan sonra dengesini bulurdu. Kilit yok, kapı olur mu? Başka üniversitelerde okuyan arkadaşlar buna epey özenirlerdi hatırlıyorum. Sizin yurtta nasıl kalıcaz diye bütün gün tedirgin geçer, eller kollar sallanarak yurda girilir, kimse görmeden girmiş olsa bile misafir rahat edemez, orada kaldığı anlaşılırsa diye geceyi rahat geçiremezdi.

Bir Rum apartmanı, Cihangirde, kapısı heybetli, bakımlı. Rumluk kapı zillerinde yazmaz veyahut oymalı harflerle daire kapılarda. Ama faturalarda yazar, benimki İstemat, pale varilci, Ortaköylü. Anahtarla hafif eğilerek açarsın apartman kapısını -galiba bu kapıyı bana kimse açmadı, açılış sesi aklıma gelmiyor bir türlü-, ağırdır, iterek içeri girersin, nemli bir serinlik hissi yüzüne çarpar. Hemen yukarı kıvrılan merdivenler başlar, geriye doğru usulca kapanan kapı bu merdivenlerin üçüncü dördüncü basamağındayken bir tık sesi ile usulca durur, dili yerine yerleşmiştir. Misss. Bu apartmanda merdivenleri yıkayan kadın dışında uzun aylar kimseyi görmedim. Bir tek giriş katın penceresindeki perde sokaktan geçen biri olunca hareketlenirdi, yaşlı bir kadındır herhalde.

Güneşli Sokakta güneşli bir gündü, üzeri iri çiçek desenli lacivert şifon bir elbise gördüm önümde, boyu dizin epey altında, krem rengi ökçeli ayakkabılar, ince çorap giymiş genç adımlar. ve yukarı baktım, bir merak kimdir diye. şapka takıyordu, yuvarlak krem rengi, kalıplı kurdeleli şapka. Başka bir zamandan kalan bir feminen özen olsa gerek. Yine ökçeli, çoraplı ve bu sefer tayyörlü bir yaşlı kadın yanında. Saçlar yapılı ve üstünde yine şapka. Bir sepet var mıydı ellerinde? Parkı geçtikten sonra benim sokağa saptılar, ben de arkadan, kaygısız. Bizim apartmanın kapısına yöneldiler ve yaşlı kadın kapıyı açtı.

Kapı yavaş yavaş kapanırken ben tuttum ve girdim. Galiba belli belirsiz bir gülümseme oldu, yaşlı kadın daha ilk basamaklardaydı. Dengesi bozulmuş kapının ben tutunca, kim tahmin edebilirdi ki... Kapanmasını beklemeden ilk basmaklardan geçiyordum, kadın can havliyle geri döndü, tık sesi gelmemişti:
-Paidi mou, tha mas skotosan. (Yavrum bizi öldürürler)

Pardon diyip indim, kapıyı kapattım, tık etti. Kadın uzun süre herhalde Rum olmadığımı düşünerek, ama biraz da anladığımı bilerek, hem sözleriyle, hem elleriyle anlattı, kapıların nasıl kırıldığını. Belki o kapının, belki o apartmanın, belki o kadının, belki İstemat’ın bilemedim, soramadım ama kapıları kırılmıştı, ölmekten korkmuşlardı. Hiç düşünmemiştim kapıları o ana kadar.

Benim için Rumluk kapının o tık sesini bekleyen kadındır.