Galata Rum İlkokulu'nda açılışını yapan yeni yayınevi: istos
Leş kokan bir gündem içinden geçerek geldim tramvayla Tophane’ye,
kapkara bir kapıdan içeri girdim kasvetli Galata Rum İlkokulu’na; o ne aydınlıktır…
Bu okuldan geçen ve yitip giden ruhlar belki bugün içerideki bu coşkulu
atmosferde şadolmuştur bir kere daha. İstos yayınevinin açılışı kimleri kimleri
bir araya getirdi bugün, ben belki çok azını tanırım, tanıyanlar yazsın, ama o
kalabalığın, o müziğin, o muhabbetin, dostluğun bir yerlere dokunduğuna şüphem
yok.
Şimdi sınıfları bomboş olan Galata Rum İlkokulu’nun eski öğrencileri dedik, yitip gidenler sırf onlar mıydı? Bir düşün, sanat ve kültür dünyası da kayboldu Türkiye Rumlarını yavaş yavaş kaybederken. Bugün kırıntılardan bir kültür hazinesini yeniden keşfetmeye çalışanlar var, bu genellikle gözyaşlarıyla yüklü bir “nostalji” hissi ile yapılıyor. Eleştirel durmaya çalışan ben bile bu nostaljinin bir parçası değil miyim yukarıda ettiğim bu laflarla? Ama İstos yayınevi, bu nostaljiyi bilinçsizce yeniden üretmiyor ve daha ilk cümleden “nostalji ile yetinmeyeceğini” söylüyor tanıtım kitapçığında.
2011 yılında bu gaye ile kurulmuş olan
İstos aslında kendi ifadeleri ile “onyıllardır kesintiye uğramış bir yayın
geleneğini yeniden canlandırmak” için o günden beri çalışıyor. Bugün ortaya
çıkan ilk yayınlara ve bu sene bitmeden çıkacak kitaplara baktığımızda hepsinin
ayrı bir hazine olduğunu görüyoruz. Cumhuriyet döneminde Yunanca’dan Türkçeye
çevrilen eserlerle ilgili araştırma yapmış biri olarak, bu yayınevinin çok
önemli bir noktaya dokunduğunu farkediyorum;
yıllarca Yunanca’dan Türkçe’ye yapılan çevirilerin gerçekleşmesinde en etkin
rolü oynayan İstanbul Rumlarının genç kuşağının her iki dile de hakim ve aynı
zamanda gerekli altyapıya sahip olarak şimdi yeniden bu role soyunmuş olması,.
Burada tabi ki de Benlisoy kardeşlerden ve de Anna Maria Aslanoğlu’ndan
bahsediyorum. Bu İstanbullu Rum gençlerin yanısıra bizler gibi sonradan
İstanbullu olmuş Haris Rhigas gibi Yunanlıların da katkısı yadsınamaz.
Türkiye’de entelektüel çevrelerle organik bağları olan bu kişilerin süzgecinden
geçerek Türkçe’ye çevrilen Yunanca eserlerin Türkçeye yapılan çeviriler
arasında çok ayrı bir yerde duracağı muhakkak.
Fahişe
Çika
Şunu belirtmekte fayda var ki İstos’un şu
ana kadar basılmış üç kitabı da ayrı ayrı bir hazine. Elimdeki Fahişe Çika’yı bir solukta okudum. Yunanistan’da
1998 yılında çıkmış olan bu kitap yazar Korovinis’in Çika’nın 1989 yılında
kendisine anlattığı yaşam öyküsünü neredeyse hiç bozmadan vermeye çalıştığı bir
İstanbul biyografisi.
“Ay bu ne güzel sigara böyle! Yunanistan’ dansa
isterim. Ecnebi sigarası değil. Ben bunları içerim. Atina’ya gidersem Assos içerim” satırlarıyla açılan kitap
nasıl olduysa beni Bedri Rahmi ile Sait Faik’in İstanbul’una götürdü. Korovinis’in
Çika’yı Yunan konsolosluğu’nun karşısında bulduğu gibi bir gün Bedri Rahmi ile
Sait Faik de İstanbul sokaklarında Çika gibi garip bir kadına rastlarlar; Bedri Rahmi resmini yapmak
istemektedir bu çingene kadının ama Sait Faik kadını sorularıyla
bunaltmaktadır, velhasıl kadınla anlaşamazlar ve Bedri Rahmi resminden olur.
Çika’yı okurken Sait Faik ile Bedri Rahmi’nin çıktığı yolda Korovinis’in sebat
ettiğini düşündüm. Kulaklarımızın Türk yazınının bu iki çınarıyla çınladığı bir
hikaye olan Fahişe Çika’da yazarın da
belirttiği gibi “Türk-Yunan tarihinin bir çok mihenk taşı” da beliriverdi.
İstos’un açılışında hem bir poli yayınevine hoşgeldin dedik, hem de Tatavla
keyfinin şarkıları ve bir ara gidip gelen bir meze tepsisinden aldığım taramalı bir kanepe ile farklı tatlarını
da hatırladık İstanbul’un. Bugün oradaki bir çok dostun yanısıra çok eski bir
dostumla karşılaştım; dile kolay en son 12 sene önce liseden mezun olduğumuz
yaz görüşmüşüz Ceren’le İzmir’de. İstos bana sadece “yitik kentin” Rumları’nı,
Sait Faik’i Bedri Rahmi’yi, eski tatları değil, kendi geçmişimi de hatırlattı.
No comments:
Post a Comment