Saturday, July 30, 2011

Yerin Altından Çıkan Tarih Almanya - Türkiye Denemesi

ALMANYA DEMİRYOLLARINDAN TÜRKİYE’DEKİ “YABANCI” TARİHE

Almanya'da gezmeyi sevme nedenlerimden biri de neredeyse her iki nokta arasında trenle yoculuk edebilmek. Demiryolu fakiri bir ülkede yaşıyor olmanın acısını Almanya'da çıkarıyorum. Özellikle hızlı trenler favorim, ICE (Intercity Express, Almanca "itzee" diye okunuyor) trenleri vagon içi ekranlarında trenin saatte 250 kilometre hıza çıktığını görünce çocuklar gibi seviniyorum.

Almanya'ya son ziyaretimde yine bir ICE'ye binerek Berlin'den Braunschweig'a gittim. Berlin 1989 yılına kadar Doğu ve Batı diye ikiye bölünmüş bir şehir olduğu için, yakın zamana kadar Almanya'nın diğer şehirlerindeki gibi merkez tren istasyonu (Hauptbahnhof, Hbf) yoktu. İnşaatı 2006 yılında biten Berlin Hbf’yi bu Almanya seyahatimde ilk defa Braunschweig trenine binmek için kullandım. Berlinlileri bilmem ama Berlin Hbf benim çok hoşuma gitti. Trene binince boş yerlerden birine oturdum. Koltuğun cebine yerleştirilmiş Alman Demiryolları'nın aylık dergisi Mobil'in Ağustos 2011 sayısıyla paslanmış Almancamı canlandırma çalışmalarım da başlamış oldu.

Berlin Hbf'ye 700.000 Avro harcanınca ortalığı ayağa kaldıran Almanlar şimdi de 90 kilometrelik yeni bir hat inşaa ediyorlar. Çok klişe olacak ama biz daha iki kıtayı trenle bağlayamadık, millet hat üstüne hat yapıyor. Ştutgart-Ulm hattının maliyeti 2,89 milyar Avro, yarasın! Mobil dergisindeki makale hat çalışmaları sırasında yerin altından çıkan Roma dönemine ait eser(!)lerle ilgili. Haberde kazı çalışması yapan arkeologların araziden bir resmi ve bu hattın kazısında ortaya çıkmış iki tane minik bronz aletçiğin resmi var.



Üçüncü bir resim de hat çalışmasının tepeden bir fotoğrafını gösteriyor. Yemyeşil tarlaların ortasından geçen hattın planları yapılırken arkeolojik bulguların çıkabileceği öngörülmüş.



Küçümsemek gibi olmasın ama, biz de geçtiğimiz senelerde Marmaray projesinin inşaatı sırasında küçük alet ve amiyane tabiriyle çanak çömlek değil bir liman bulduk, liman... Türkiye’deki bilim insanlarının arkeoloji tarihi için milat olarak kabul ettiği, bir liman, 35 tekne ve bir köy açıkçası bizim milyar dolarlık proje için biraz sürpriz oldu. Şu antik Yunanı Bizansı bir bitiremedik arkadaş... Kazdıkça çıkıyor, acaba yıllardır İstanbul’a kazınca çıkacak bu tarihten dolayı mı kazma vuramadı vatansever siyasilerimiz.

YABANCI TARİH

Meseleyi sulandırmak istemiyorum, ancak Marmaray kazılarında çıkan mirasa bakışımızın bizim tarih anlayışımızın bir yansıması olduğunu görüyorum ve üzülüyorum. Çoğu kentbilimci bu projeyi bu hazinenin ortaya çıkmasındaki önemi sebebi ile kutsarken, siyasi iktidar projenin kazılar nedeniyle gecikmesinden dert yanmaktan başka bir şey yapmıyor. Bu yakınmanın özüne indiğimizde, toprağın altından çıkanın “yabancı” olduğu için sahiplenilmediğini düşünüyorum.

Lozan anlaşmasıyla tanımlanan azınlıkları, vatandaşlık anlayışımızın bütünleştirici felsefesine rağmen bir türlü vatandaş olarak kabul etmedik. Hem resmi azınlık statüsünde olanları hem olmayanları Müslüman - Türk olmadıkları için dışlarken, Türk olmak istediklerinde de bu isteklerini kabul etmedik. Her fırsatta yasalarda bu yönde hükümler olmadığı halde onları “yabancı” ilan ettik. En son Anayasa Mahkemesi de bu ikilemi yasalaştıran, yani azınlıkların Hıristiyan oldukları sürece “yabancı ırk ve millet” olduklarını belirten bir karar aldı (Radikal, 24.07.2011). Süryani dilini “yabancı ırk ve millet dili” olarak tanımlayan mahkeme bu pratiği yasa haline getirdi ve anadilde eğitim gibi bir tartışma içinde olanlara dolaylı yoldan haddini bildirdi.

Rumlar ve Ermeniler uluslararası hukuk terminolojisinde “resmi azınlık”, nüfus cüzdanlarında damgaladığımız şekilde “Hıristiyan”, zihinlerde ve Anayasa Mahkemesi içtihat kararlarında ve alenen milliyetçi ve Billig’in tabiriyle “banal milliyetçi” zihinlerde “yabancı” olarak tanımlanırlar ve buralı görülmezler. Bu hukuki ve toplumsal anlayışın üstüne kurulu devlet aygıtı Rumlar ve Ermeniler’in mirasçısı olduğu Antik Yunan’ı, Roma’yı, Bizans’ı ve kadim Ermeni krallıklarını hiç kendi mirası olarak kabul edebilir mi? Tabii ki hayır.

İster Marmaray’ın inşaatından çıksın, ister olası bir baraj, HES inşaat alanında olsun, bu tarihin adı “arkeolojik şey, çömlek”, “yok öyle bir yer” gibi tamlamaların ötesine gidemez. Bu yabancı tarihtir ve ya “Ani” – “Anı” örneğinde olduğu gibi Türkleştirilecek, yani Allinoi örneğinde olduğu gibi yok sayılacak ya da Marmaray inşaatı projesinde olduğu gibi “çanak çömlek” addedilip değersizleştirilecektir. İzmir gavurluktan kurtarılacak, İstanbul’da Taksim meydanı yıllardır hiç bir proje ile Türkleştirilemediği için dizler dövülecek, en sonunda bir espri olarak ortaya atılan Taksim Kışlası, Osmanlı dönemi “Türk” mimarisini yadetmek için inşaa edilecektir.

Bu anlayış içinde olan Türkiye Cumhuriyeti devleti Osmanlı’nın son döneminde çeşitli yollarla bugunkü Türkiye sınırları dışına çıkarılan tarihi eserleri geri istemektedir. Acaba Berlin’deki Bergama müzesindeki Zeus Altarını, İkinci Dünya Savaşında Berlin sıcak savaşın yaşandığı bir cephe olmasına rağmen, zarar almadan korumuş olan Almanya’dan iadesini aldıktan sonra üzerine çimento dökmeyi mi planlamaktadır yoksa kum mu? Ya da tersini düşünecek olursak bu “yabancı tarih” ancak elimizden çıkıp Batılı ülkelerde büyük kıymet atfedilerek teşhir edilirse mi milli bir karakter kazanmakta ve Türkiye’ye iadesi istenmektedir?


YABANCI TARİHİN DERS KİTABI SÖYLEMİNDE DE YOK SAYILMASI

Azınlıkların ve yerin altından çıkan tarihin yabancı sayıldığı bir ülkede ders kitaplarında bu topraklardaki Antik – Yunan, Roma ve Bizans tarihleri anlatılmaması da aynı olayın bir başka boyutu olarak karşımıza çıkıyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren tarih kitaplarında geniş yer bulan Antik Yunan, Roma ve Doğu Roma (Bizans) tarihi özellikle 1980 sonrası kitaplarda bir kaç cümle haricinde neredeyse hiç kullanılmadı. Tarih kitaplarının sadece tarihi değil bir ülkenin milli kimlik kurgusunu da yansıttığı düşünülürse Türk kimliğinden hangi uygarlıkların özenli bir şekilde dışlandığını ve milli kimliğin bu inkar üzerinde inşa edildiğini görmek zor değil. Bu anlayış aynı zamanda Avrupa ile ortak tarihsel bağlarımızın reddine de yol açtı.

2005 yılında yenilenen müfredat programı dahilinde lise tarih kitaplarında Eski Yunan, Roma uygarlıklarına yer veriliyor, Anadolu’daki Bizans hakimiyetinden kısa da olsa söz ediliyor. Bir zamanlar yok sayılan bu tarihten bahsedilmesi şüphesiz çok önemli bir gelişme ancak bu uygarlıklarla arada bir bağ kurulması, ötekileştirilmemesi, kültür mirasımızın önemli ve “bize ait”, yabancı olmayan bir parçası olarak görülmesi hem tarih bilincini geliştirip, yerin altından çıkan şeylere “yabancı tarih” gözüyle bakıp görmezden gelmeyi engelleyecek hem de dolaylı olarak Türkiye’de yerleşmiş olan azınlık kültürlerinin “yabancı” olarak tanımlanmasının önüne geçilecektir.

Ders kitaplarından şehirciliğe, mahkeme kararlarından siyasi söyleme kadar sinmiş olan bu ayıbın önüne geçilmediği sürece biz Asya ve Avrupa’yı trenle bağlayalım ne fayda. Avrupa ile olan tarihsel bağlarımızı kestirip attığımız sürece Marmaray sadece bir demiryolu bağlantısı olmaktan öteye gidemeyecektir.

1 comment:

  1. Paylaşımlarınız çok güzel Macbook Servis olarak başarılarınızın ve paylaşımlarınızın devamını diliyoruz.

    ReplyDelete