Sunday, March 17, 2024

Okuma Günlüğü

 17 Mart 2024

Bir kaç hafta oluyor, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'ni ikinci kez okumaya başlayalı. Bu kitabı 2021 yılında bir Park Slope 'stoop'unda bulmuştum. İnsanlar istemedıkleri ıvır zıvırı taş evlerinin basamaklarına bırakılardı. Bu kitabı nereden duymuş olduğumu hatırlamıyorum ama bulur bulmaz çok sevindiğimi hatırlıyorum. İlk okuduğumda çok etkilendiğimi de.. 23 sene önce... Bu kitabı sonra ödünç verniştim ve sonra yıllarca arasında sıkıştırılmış bir gazeten ötürü kapak ilk ciltten ayrılmış. Yine de bu kadar önem verdiğim bir kitabın ilk elime geçen kopyasını Cenevre'deki daimi kütüphaneme getirebilmiş olmaktan dolayı mutluyum. Neleri getiremedim ve kaybettim (başka bir yazı konusu...)

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'ne gelelim. evden çıkarmıyorum. hatta başucumdan dahi kıpırdatmıyorum. Kitaba yeniden başlamak büyük bir heyecan yarattı bende. İlk sayfaları transta gibi okudum. Tomas ile Tereza'nın tanışmasını hayal meyal hatırlıyorum ve rejim değişikliği ile iltica etmelerini/Thomas'ın statü kaybetmesini, Sabina'yı. Bunlar dışında neredeyse hiç bir şey... Thomas ve Tereza'nın Zürich'e, Sabina'nın Cenevre'ye iltica ettiklerini tamamen unutmuşum... 

Kitaplardaki hikaye değil, duygu hatırlanır derler...  böyle hayal meyal bir aşk, hayat üzerine olduğunu hatırlıyordum. Yine o şekilde görüyorum bu kitabı, Sovyet işgali var olan ama boğmayan bir zemin, aşk nedir, kadınların, adamların aklından ne geçer, basit olay ve davranışların etrafında hiç de dıdaktik olmayan bir şekilde ikna olmaya hevesli olmayan benim gibi okurları da bir ay keşke bitmese havasına sokar başlar başlamaz...

Sabina in Paris, 'her drama was a drama not of heaviness but of lightness. What fell to her lot was not the burden but the unberable lightness of being. 122

Kitapta bugün çok hız kazandım ve de son 2/3lük kısmında Sovyet egemenliğinin daha belirgin bir şekilde ele alındığını gördüm. 

27.04.2024

Bu okuma/içerik günlüğü fikrini Hikmet Hükümeoğlu'ndan aldım. O da yazmakta zorlandığını söylüyordu. gerçekten zor. Son yazdığımdan beri üç kitap okudum.  

bunlardan ilki Van Gogh'un kardeşine yazdığı mektuplardı. Hem okurken çok etkilendim, hem de okuduktan sonra hala etkisindeyim, bir ay geçmesine rağmen. İkincisi Nilay Örnek'in Her Umut Ortak Arar kitabı idi. Bu kitabı alalı en az iki sene oluyor, ama daha çok kurgu okuduğum için bir türlü fırsat gelmemişti. Velhasıl bu üç kitaptan en çok Van Gogh mektupları ile ilgili yazmak istiyorum. Bu kitaba başlamıştım ve de Hollanda/Paris seyahatimize başlamadan önce birazını, çoğunluğunu ise bu seyahatte muazzam büyük bir hazla okudum. 

Van Gogh'un mektuplarında beni en çok etkileyen. cağdaşlarına göre gençliğinde uzun yıllar sürüklenmiş olsa da yapmak istediği şeyi bulunca o yönde kararlı ilerleyen mizacı idi. Resme tutunması ve bırakmaması, o tutkusu, ve kendini çemberin tamamen dışında bırakarak bütün hayatını özgürce yaşaması  beni çok etkiledi. Bu özgürlük ona özgünlüğünü kazandırdı. Hastalığını kabul ve tasviri de beni diğer etkileyen taraf oldu. 

02.05.2024

Tarih atmışım. az biraz bir şeyler de yazmıştım ama kaydetmemişim. sanırım netflix'te yeniden yapılan Ripley serisi üstüneydi. sonra da Mahir Ünsal Eriş sohbeti öncesi bir şeyler karalamaya çalışmştım. neyse..

18.05.2024

bir kitap bitirdim, hemen başkasına başlamadan önce zorla bu ekranı açtım ki, kitabı okurkenki heyecanımı kaybetmeden. klavyemi Türkçeye çeviriyorum, alışkanlığımı kaybettiğim için de harflerin yerlerini bulmak zamanımı alıyor, bu yavaşlık da beni daha az yazan birine dönüştürüyor. 

velhasıl, geçen pazar günü aylardır, belki de yıllardır bekleyen kitapları dizdim yine. içlerinden en etkileyici olanı bulmam şart, çünkü çok zayıf bir kitabı yeni bitirmişim (Nermin Yıldırım, Unutma Dersleri). Murat Uyurkulak Tol'e başladım ama anladım onun şimdiki kitabım olmayacağını (ama kesin okunacaklar listesine de aldım). ayşe kulin'den veda mı derken georgi gospodinov'dan hanidir raf bekleyen zaman sığınağı radarıma girdi. Bu kitabı takip ettiğim ya Deniz Yüce Başarır ya da Nermin Mollaoğlu methetmişti de öyle sepete atmıştım dize hatırlıyorum, ilk sayfadan hemen sardıö onda karar kaldım. böyle 5-6 kitabı açıp kapayarak bunu seçince amma merasimle seçtim dedim içimden. 33'üncü sayfaya geldim, ne göreyim. Bulgar yazarımız yanında bir kitapla New York Halk Kütüphanesi'ne gidiyor, yanında bir kitap, yazarı onu New York'ta yazmış, o nedenlde bizim Bulgar onu New York'a kadar taşımış, çünkü 'merasim borcumuz var' diyor. Bu ifadeyi görmek beni o kadar etkiledi ki, o an bana özel bir edebi tecrübe yaşayacağıma kani oldum...